Marka hakkının tarihi gelişimi aslında diğer entelektüel mülkiyet türlerinden daha geriye gitmektedir.
Bugün marka kavramının tarihine bir yolculuk yapacağız. Anladığımız manada markanın ya da markalamanın ilk kez hangi zaman diliminde kullanılmaya başlandığı kesin olarak bilinmemekle birlikte, eski çağ dönmelerinden bu yana ayırt edici işaret olarak kullanıldığı düşünülmektedir.
Marka hakkının tarihi gelişimi aslında diğer entelektüel mülkiyet türlerinden daha geriye gitmektedir.
Hatta kimi varsayımlara göre; hayvancılıkla geçimini sağlayan eski tarım toplumlarında hayvanların kime ait olduğunu anlayabilmek için üzerlerine ayırt edici işaretlerin konulması ilk markalama çalışmalarıdır.
Mesela eski devirlerde Orta Asyadaki Türkler buna Tamga yani bugünkü anlamda Damga diyorlardı.
Arkeolojik kazılardan elde edilen eski çağlara ait çanak, çömlek gibi bir takım araç gereçler üzerindeki bazı şekillerin de antik dönemdeki markalamalar olduğu söylenmektedir. Arkeologlarca bu ilkel markaların, üreteni değil de, daha çok eşyanın sahibini belirtmekte kullanıldığı ifade edilmektedir.
Eski Mısırda kral mezarlarından çıkarılan, MÖ 3200 yıllarına ait pişirilmiş çamur topraktan yapılmış gereçlerin üzerindeki marka ya da işaretlerin ise bu ürünlerin kimin tarafından üretildiğini gösterdiğini, bunun amacının ise kusurlu ürünleri üretip pazarlayanları tespit edip cezalandırmak olduğu belirtilmektedir.
Yine yapılan kazılarda MÖ 3000li yıllara tarihlenen Mezopotamyadaki Sümer ve Girit civarında Antik Yunan kentlerinde kullanılan marka fonksiyonu gören mühürler bulunmuştur.
Ancak, Roma uygarlığının MÖ 500 ve MS 500 arasındaki bin yıllık döneminde, günlük hayatın her safhasında ve her alanında markaların bolca kullandığı bir ekonominin varlığını gösteren kanıtlar bulunmuştur.
Bulunan Latince metinlerde sayısı 6 bini bulan peynir, şarap, lamba, ilaç ve cam kaplara ilişkin pek çok markadan söz edildiği görülmektedir. İşin ilginç yanı bu markalar genelde, resim, hayvan, arı, aslan ve kalp şekillerinde işaretlere sahip ve günümüz markalarına şaşılacak derecede benzemekte.
Örneğin, bu markalardan gaz lambası yapımcısı, Markus Rutilus Lupus, ürünlerinde ticaret markası olarak, kurt başı dizaynını kullanmış. Ha bu arada Markus Rutilus Lupusun soyadı olan Lupus Latince kurt anlamına gelmekte.
Roma İmparatorluğunun çöküşü ile birlikte marka kullanımı yine de devam etmiş, özellikle o dönemlerin esnaf ve sanatkar loncalarının kontrolünde özellikle tacir markaları kullanılmıştır. Bu markalar daha çok ürünü üreteni değil de, satıcının güvenilirliğini göstermek amacını taşımıştır.
Fransız devriminden sonra 1824te mamul eşya üzerine konan adlar, 1857de çıkarılan Fabrika ve Ticaret Markaları Kanunuyla koruma altına alınmıştır.
İngilterede, markalarla ilgili en eski yasal düzenleme, Kral II. Henry zamanında 1266da, çıkarılan kanundur. Bu kanunun hükümlerine göre her fırıncı ürettiği ekmeklerin üzerinde markasını bulundurulmak zorundaydı.
1373de çıkarılan bir kararname ile Londrada faaliyet gösteren camcılara da ürettikleri şişelerin üzerine ferdi markalarını koyma zorunluluğu getirilmişti.
İngilterede görülen en eski tarihli marka davası ise 1452 yılına denk gelir ki bu davada bir zanaatkarın dul eşine bıçakçı olan ölen kocasının sağlığında sahip olduğu markayı kullanmasına izin verilmektedir.
1619da görülen en eski markaya tecavüz davasının konusu ise bir konfeksiyoncunun markasının, bir diğer konfeksiyoncu tarafından üretilen kalitesiz ürünlerde kullanılması uyuşmazlığı hakkındadır.
19. asırda da İngilterede marka hakkı diğer haklar gibi, devir edilebilen, temlik olunabilecek ve korunabilecek bir mülkiyet, tür ve hak olarak kabul edilmiştir.
Amerikada da ilk ticaret markaları, sürüleri damgalama ve süt dağıtımlarını gösterme aracı olarak kullanılmıştır. Bu damgalara kovboylar, Banner diyormuş. Bugün markalama ya da marka denince Banner kavramının kullanılması da buradan geliyor. Enteresan değil mi?
Amerika Kıtasında ilk marka uyuşmazlığı davası, 1837de Massachusetts eyaletinde görülmüş, federal seviyede ilk marka davası da yine aynı eyalette 1870 tarihinde karara bağlanmıştır. Bu davaların konusu, bir İngiliz üreticinin marka hakkına bir Amerikan vatandaşı tarafından tecavüz edilmesi hakkındaydı.
Ticaret markalarının ABDde 1870, 1905 ve 1920 yıllarında yapılan kanunlara konu olmuş 1988de bu gün bile yürürlükte olan Lanham Act olarak bilinen markalar kanunu çıkarılmıştır.
Sanayi devrimi ile birlikte 19. yüzyılın ortalarından itibaren tüm dünyada mal ve hizmetler alanında büyük üretim dönemi başlamış, büyük ölçüde mal, hizmet dağıtımı ve pazarlanması gerçekleştirilmiş, işte bu oluşumla birlikte, markanın mal ve hizmetlerin üretim ve dağıtımında ne derece büyük önem taşıdığı anlaşılmıştır.
Endüstriyel Mülkiyet Hakkı kavramı 1983 Paris Conventionu daha da yerleşmiş, 1991deki Madrid Protokolü ile ülkesinde marka tescili yaptırmış bulunan marka sahibine uluslararası kayıt ofisinde, markasını tescil ettirmek ve bunun takibinde diğer üye ülkelerde markasını tescil ettirme olanağı sağlamıştır.
Ülkemizde markalar 1965te çıkarılan 551 Sayılı Markalar Kanununun kabulü tarihine kadar yürürlükte kalan 1857 tarihli Alamet Farika Nizamnamesi ile korunmuştur. 24 Haziran 1995e gelindiğinde 556 Sayılı Markaların Korunması Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname ile 1965te çıkarılan 551 Sayılı Markalar Kanunun 51, 52 ve 53. maddeleri dışında yürürlükten kaldırılmış ama o tarihte Türkiye Patent Ofisi kurularak marka ve buluşlar koruma altına alınmıştır.
Uzmanlara göre, bugün her birimiz günde ortalama 7 bin markanın logosu ile karşılaşıyoruz. Çoğu bizim için sıradan işaret ya da yazılar gibi gelse de altında binlerce yıllık deneyim ve hak arama çabası, mülkiyet hakkı talebi yatmakta.
O yüzden tanık olduğumuz ya da logosunu gördüğümüz her markayı insanoğlunun ticari etik ve kalite arayışının binlerce yıldır süren çabası olarak görmekte fayda var